23 Ocak 2010 Cumartesi

Samimiyette Derinleşmede Engel Tanımamak


Gerçek iman ve Allah korkusunun en önemli göstergelerinden biri kişinin samimiyetidir. Bir insan Allah'a olan inancındaki, Kuran'a uymadaki ve güzel ahlakı yaşamadaki samimi azmi ve çabası ölçüsünde takva özelliği kazanır. Eğer insan vicdanını şeytani düşüncelerle kirletmiyorsa, vicdanından gelen her uyarı ve tavsiyeye tereddütsüz uyuyorsa, Allah'tan korkup sakınarak nefsinin olumsuz telkinlerine karşı koyuyorsa, bu insan samimiyeti en güzel şekilde yaşayabilir. Ancak bazen insan inancını ve ahlakını, samimiyetin en üst noktasında görüp bundan hoşnut olup bu konuda daha fazla çaba göstermeye gerek duymayabilir. Elbetteki her insan samimiyeti ölçüsünde, kendisinin Allah'ın hoşnut olacağı kullardan olabileceğini umabilir. Ancak Kuran ahlakında müminlere gösterilen yol, kişinin güzel ahlakın her bir detayında kendisine sınır koymamasını gerektirmektedir. Her zaman iyinin daha iyisi, güzelin daha güzeli, mükemmelin daha mükemmeli olabilir. Mümin, ümitvar olmasının yanında, Allah korkusu sebebiyle her zaman için Allah'ın rızasını ve ahiretini kazanmaktan yana korku içerisinde de olmalıdır. Belki yaşadığı samimiyet, olabilecek en makbul seviyededir. Ama belki de yeterli değildir. Ya da daha üst bir samimiyet ile Allah'ın rızasını, hoşnutluğunu daha da fazlasıyla kazanabilecektir. İnsan aklını ve vicdanını kullanarak, derin düşünerek, her zaman uyguladığı ve alıştığı tavırlardan ve düşüncelerden, çok daha güzelini, çok daha iyisini de bulabilecek yetenektedir. Ve Yüce Rabbimiz Kuran'da,

“hayırlarda yarışılmasını” bildirmektedir (Bakara Suresi, 148).

Bu nedenle mümin her zaman için daha mükemmelini, daha iyisini, daha güzelini arayan bir ahlak içerisinde olmalıdır. Müslüman “nasıl olsa ben samimiyim” deyip, bu durumunu yeterli görmemelidir. Her zaman için samimiyetin daha üstü vardır. İnsan hep bunun sadece bir aşamasındadır. Nitekim geçmişine baktığında da, insan halihazırda yaşadığı samimiyeti, sürekli olarak bu gibi aşamalardan geçerek elde ettiğini görecektir. Çevresindeki insanların da önceki hallerine baktığında, zaman içerisinde sürekli olarak hep daha iyiye ulaştıklarını; her seferinde, bir önceki hallerinden daha samimi hale geldiklerini görecektir. Ancak belki kişinin hem kendisi hem de çevrelerindeki bu insanlar, o dönemlerde de kendilerine sorulduğunda “ben çok samimiyim” diyorlardı. Ama bir sonraki aşamada, aslında bir önceki hallerindeki samimiyetlerinin eksik olduğunu, samimiyetleri arttığında açıkça görmüş oldular. İşte bu nedenle insanın sürekli olarak daha üst bir samimiyeti araması gerekir. İnsanın, mevcut haline sevinip bunu yeterli görmesi, bir anlamda gelişmesinin, derinleşmesin, mükemmelleşmesinin önüne bir engel koyması demektir. Halbuki kişi kendisine bu sınırı koymadığında, belki de Allah'ın izniyle, tahmin bile edemeyeceği kadar mükemmel bir ahlaka ulaşabilir. Allah'ın rızasının en çoğunu kazanmayı hedefleyen bir müminin ise, böyle bir imkanı kendi eliyle engellememesi gerekir. Bu konuda şunu da unutmamak gerekir ki, müminin Allah'a karşı alabildiğine samimi olması, şeytanın hiç istemeyeceği bir şeydir. Çünkü Yüce Rabbimiz Kuran'da,

“samimi olan kullarının kurtulucağını” (Hicr Suresi, 40)

bildirmiştir. Rabbimiz samimi kullarını sevendir. Bu nedenle şeytan, insanın samimiyetsizlikten kurtulmasını istemez. Dolayısıyla kişinin bu konuda şeytana karşı da mücadele etmesi gerekir. Ayrıca insanın, nefsinin samimiyete karşı direnme arzusu içerisinde olacağını da unutmaması gerekir. Müminin bu konuları da göz önünde bulundurarak tedbir alması; samimiyette derinleşmek için tüm gücüyle çaba harcaması gerekmektedir.

Samimiyetin Derin Gücü


Samimiyet, insanın içiyle dışının bir olması, kalbinde hissettiklerini karşısındaki insana olduğu gibi yansıtması, alabildiğine dürüst, açık ve net olmasıdır. Kişinin gerçek düşüncelerini ve gerçek kimliğini hiç saklamadan, hiç hesap yapmadan, kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışmadan açıkça ortaya koymasıdır. Samimiyetin önemli bir özelliği ise, kalpte yaşanmadığı takdirde hiçbir şekilde taklidinin yapılamamasıdır. Samimi insanın tüm tavırları doğal ve içinden geldiği şekildedir ve bu doğallık da insanlar üzerinde çok derin ve olumlu bir etki oluşturur. Samimi insanın bakışları, konuşması, üslubu, mimikleri çok doğal ve etkileyicidir. Pek çok insan samimiyetin bu gücünden ve etkisinden habersizdir. Bu nedenle de, ancak samimiyet ile kazanılabilen bu özellikleri çok farklı tavırlarda ararlar. Kimi insanlar karşılarındaki kişileri etkilemek için yapmacık tavırlara başvururlar. Karşılarındaki kişinin en çok hangi tavırlardan, hangi düşüncelerden etkileneceğini düşünüyorlarsa, içlerinden gelmediği ya da aynı yönde düşünmedikleri halde, karşı tarafı hoşnut edebilmek için o şekilde görünmeye çalışırlar. Her insanın birbirinden çok farklı karakter özelliklerine sahip olması nedeniyle de, herkesin yanında farklı bir kişiliğe bürünmeye, farklı tavırlar sergilemeye, farklı düşünceleri savunuyormuş gibi görünmeye çalışırlar. Oysa bu samimiyetsiz yaklaşım onları ikiyüzlü davranmaya yöneltir. Öte yandan içten gelmeyen bu yapmacık tavırlar, kişinin gerçek karakterini yansıtmadığı için karşı taraf üzerinde de beklenilen etkiyi oluşturmaz. Hatta tam tersine iticilik, soğukluk ve uzaklık meydana getirir. Bir insanın gerçek kişiliğini gizlediğini ve her tavrının yapmacık olduğunu bilmek, karşısındaki kişi üzerinde bir tedirginlik ve güvensizlik oluşmasına neden olur. Yapmacık tavır, Kuran ahlakının dışında bir yaşam çizildiğinde ortaya çıkar. Bu da kişileri Allah'ın rızasını değil, insanların rızasını gözeten dolayısıyla kayıpta olan bir yaşama sürükler. Yüce Rabbimiz Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını affetmeyeceğini Kuran'da şöyle bildirmiştir:

“Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.” (Nisa Suresi, 48)

Allah Kuran’da, kendilerini insanların rızasını ve hoşnutluğunu kazanmaya adamış kişilerin durumunu ise şöyle bir örnekle açıklamıştır:

Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah’ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar. (Zümer Suresi, 29)

-Samimi bir Müslümanı Allah yolunda harcadığı çaba için şevklendiren nedir?

-Müminin gücü, hiç tükenmeyen heyecanı, coşkusu ve şevki nereden kaynak bulmaktadır?

Müminlerin Taklit Edilemeyen Şevk ve Coşkusu

Günümüzde din ahlakından uzak yaşayan insanlar, büyük menfaatler karşılığında dahi bir işi yerine getirme konusunda zorlanırlar. Alacakları karşılık veya görecekleri ceza, onlarda bir istek ve mecburiyet hissi uyandırsa da çaba sarf etmek ve rahatlarından ödün vermek nefislerine ağır gelir. Bu nedenle samimi müminlerin Allah yolunda harcadıkları tükenmeyen çabayı, bir işi yerine getirme konusundaki sorumluluklarını, yeri gelince tüm ihtiyaçlarından feragat etmelerindeki samimiyeti taklit dahi edememektedirler. Peki inananların bu benzersiz çabası nereden kaynaklanmaktadır? Mümini Allah'ın emirlerini yerine getirmek konusunda coşkuyla harekete geçiren, Allah yolunda harcadığı çabayı daimi kılan, Allah korkusu, kul olarak sorumluluklarını bilmesi ve Allah sevgisidir.

Allah Korkusu

Allah korkusu, müminin imanını, şevkini, Allah'a olan sevgi ve saygısını coşkuyla artıran bir duygudur. Bu, kişiyi Allah'ın razı olmayacağı bir tavır içine girmekten sakındıran, nefsinin taşkınlıklarını, sınır tanımaz kötülüklerini dizginleyen, sürekli iyilik yönünde harekete geçiren bir korkudur. Samimi olarak yaşandığında kişiyi Allah'ın azabından uzaklaştırıp, Allah'ın rızasına, rahmetine ve cennetine yaklaştırır. Bundan dolayı da çok büyük bir manevi haz içerir. Mümini Allah'ın sınırlarını korumada, Allah'ın rızasını aramada son derece yüksek bir şuura, kararlılığa ve titizliğe iletir. Sonuçta müminin dünyadaki bu korkusu, onu kıyamet gününün korkusundan ve cehennemdeki ebedi korku ve dehşetten kurtaracaktır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

“... Artık bunların ecirleri Rableri Katındadır, onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.” (Bakara Suresi, 274)

Müminler sonsuz merhamet sahibi olan Allah'ın ayette bildirilen rahmetine ve cennetine kavuşabilecekleri konusunda büyük bir umut taşırlar. İşte bu iki hissi, yani korkuyu ve umudu aynı anda yaşadıkları için hiçbir zaman gösterdikleri çabayı yeterli bulmaz, kendilerini hata ve eksikliklerden muaf görmezler.

"... Rablerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesaptan korkarlar." (Rad Suresi, 21)

ayetiyle de bildirildiği gibi, her an Allah'ın azabından sakınırlar. Allah'ın bildirdiği din ahlakına şevkle sarılır, büyük bir çaba harcarlar. Allah korkuları, onları, yılgınlığa ya da gevşekliğe kapılmaktan kesin olarak alıkoyar ve şevklerini sürekli olarak ayakta tutar. Allah'ın, iman edip salih amellerde bulunanları cennetle müjdelemiş olduğunu bilmek de onları harekete geçirir ve canlandırır. Samimi imanın göstergesi, Allah rızasına karşı içli bir istek duymak ve gerektiğinde bu yolda fedakarlık göstermekten kaçınmamaktır. Mümin, Allah'ın rızasının yanında başka çıkarlar gözetmez. Allah'tan, rızasını, rahmetini ve cennetini umar.

Allah'ın Yeryüzündeki Halifeleri Olmanın Bilinci

Allah'ın emri doğrultusunda iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, Allah'ın bildirdiği din ahlakını dimdik ayakta tutmak, Müslümanlara sahip çıkıp adaletten ve haktan yana olmak da müminleri Allah yolunda çalışıp çabalamak için harekete geçiren önemli etkenlerdir. Müminlerin bu vasıfları Kuran'da şöyle haber verilmiştir:

“O sizi yeryüzünün halifeleri kıldı ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi kiminize göre derecelerle yükseltti. Şüphesiz senin Rabbin, sonuçlandırması pek çabuk olandır ve şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Enam Suresi, 165)

Müminler Yüce Rabbimiz'in kendilerine ayette bildirdiği şerefli görevin bilincinde oldukları için Allah yolunda bu sorumluluk duygusu ve şevk ile çaba harcarlar. Bu samimi şevkleri, Yüce Allah tarafından din ahlakını yaymak için halifeler seçilmiş olmanın şükrü niteliğinde olduğu için de müminler için büyük önem taşır. Hz. Muhammed (sav)'in bir hadisinde Allah için yaşamak konusunda şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Kim Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için verir, Allah için vermezse imanını kemale erdirmiştir." (Ebu Davud, Sünnet 16, (4681))

Allah Sevgisi

Allah'ın rızasını kazanma isteği ve Allah'a olan derin sevgileri de müminlerin önemli şevk, neşe ve enerji kaynaklarıdır. Onlar sevgilerini iman etmeyen insanlar gibi tutkuyla dünyaya değil, kendilerini yoktan var eden, rızıklandıran, yaşatan, sonsuz merhametli ve şefkatli olan Allah'a yöneltmişlerdir. Allah'a duydukları sevgi ve bağlılığın neticesi olarak da, hayatları boyunca Allah'ı hoşnut etmek için ciddi bir çaba harcarlar. Allah'ın rızasını kazanabilme ve Allah'ın müminler için hazırladığı cennete kavuşabilme arzusu, onlara bitmez tükenmez manevi bir güç ve şevk kazandırır. Zira her ne olursa olsun, bir ömür süresince hem de hiçbir kuşkuya kapılmadan inandıkları değerler uğrunda çaba harcamaları, ancak Allah'a karşı beslenen saf sevgi ve imanın kazandırdığı şevkle mümkün olabilmektedir. Tüm bunlar da müminin Rabbimiz'in rızasını kazanmak için var gücüyle gayret göstermesine neden olmaktadır. Açıktır ki müminler, Allah'ın rızasını kazanmayı yaşamlarının asıl amacı edinerek, tüm güçleriyle bu uğurda çaba harcayan kimselerdir. Allah Kuran'da

"Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd eden" (Tevbe Suresi, 20),

Müminler Dünya Nimetlerine Aldanmazlar

İslam ahlakına göre yaşamayan insanlar, kendilerine tek hedef olarak belirledikleri dünya nimetlerini elde etmek için ömürleri boyunca çok büyük bir çaba gösterirler. Zengin olmak, statü kazanmak ya da başka menfaatler için ellerinden gelen herşeyi yaparlar. Çok kısa süre içinde tümüyle ellerinden gidecek olan

"az bir değer" (Tevbe Suresi, 9)

uğruna büyük bir yarış içine girerler. Bu az bir değere sahip olma isteği onları yaşam boyu yönlendirir. Müminler ise asıl çabayı iman etmeyen insanlarınkinden çok daha büyük bir karşılık uğruna, Allah'ın rızasına ve cennetine kavuşmak için gösterirler. Yüce Allah, Kuran'da, müminlerin bu özelliğini şöyle haber vermiştir:

“Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. Kim de ahireti ister ve bir mümin olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır.” (İsra Suresi, 18-19)

İnsanları iyiliğe ve güzelliğe çağırmak, onları içerisinde bulundukları yanlışlıklardan kurtarmak, müminler üzerine bir sorumluluktur. Bu gerçek, bir Kuran ayetinde şöyle bildirilmiştir: Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (Al-i İmran Suresi, 104)

Bir başka ayette ise Allah (cc),

"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe Suresi, 71)

sözleriyle müminlerin, birbirleri üzerinde koruyucu ve gözetici vasıfları olduğunu hatırlatmaktadır. Müminler, Allah (cc)'ın bu emirleri doğrultusunda birbirlerinde gördükleri eksiklikleri yine Kuran'da bildirildiği şekilde

"sözün en güzelini söyleyerek" (İsra Suresi, 53)

birbirlerine söylemekle yükümlüdürler. Onlar, insanları doğruya ve samimiyete davet etmek ve onlara iyiyi anlatıp kötülükten men etmekle sorumludurlar. Kuran'ı tebliğ ederken, karşı tarafın vereceği tepkinin, verilen öğütten bir pay alıp almamasının, tebliğ yapan mümin açısından bir sorumluluğu yoktur. İnsanların doğruyu görüp bilmeleri, hidayet bulmaları yalnızca Allah (cc)'ın dilemesiyledir. Tebliğ, insanların hidayet bulması için müminin Allah (cc)'a olan fiili bir duası ve Allah (cc)'ın rızasını kazanabilmek için yaptığı salih bir ameldir. Allah (cc)'ın rızasından uzak yaşanan bir hayat son derece huzursuz ve sıkıntılarla dolu bir hayattır. İnsan, kendi vicdanının sesini dinlemedikçe ve Allah (cc)'tan uzak yaşadıkça, dünyada kendisini mutlu etmesini umduğu hiçbir şeyden zevk alamaz. Bir insanın mutlu ve mutmain yaşayabilmesi için Allah (cc)'a karşı samimi yaşaması ve vicdanının sesini dinlemesi gerekmektedir. Müminlerin tebliği, insanlara samimiyetin yolunu göstermek, her türlü gizli azap ve sıkıntının, huzursuzluk ve mutsuzluğun tek çözümünün Allah (cc)'ın razı olacağı bir ahlakı yaşamak olduğunu hatırlatmak içindir. Elbette bu hatırlatma, Allah (cc)'tan korkup samimiyeti arayanlara fayda sağlayacaktır. Yüce Allah (cc) ayetlerinde şöyle buyurur:

Şu halde, eğer 'öğüt ve hatırlatma' bir yarar sağlayacaksa, 'öğüt verip hatırlat.' Allah'tan ‘İçi titreyerek korkan’ öğüt alır-düşünür. 'Mutsuz-bedbaht' olan ondan kaçınır. (A'la Suresi, 9-11)

Allah'a Samimi Dua Etmenin Önemi

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad olurlar. (Bakara Suresi, 186)

“Çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek” anlamlarına gelen dua, Kuran’a göre “kulun bütün benliğiyle Allah (cc)’a yönelmesi” ya da “gücü sınırlı ve sonlu bir varlık olan insanın, sınırsız ve sonsuz kudret sahibi olan Rabbimiz'in karşısında aczini hissederek yardım dilemesi”dir. Allah (cc), Kuran’ın pek çok ayetiyle kullarını Kendisi’ne sığınıp yardım dilemeye çağırmış ve “

... Sizin duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?” (Furkan Suresi, 77)

ayetiyle bu ibadetin önemini hatırlatmıştır. İnsan acz içerisinde yaratılmıştır. Yaşamak için her an Allah (cc)’ın kendisine ihsanda bulunmasına ve nimet vermesine muhtaçtır. Allah (cc) ise, insana şah damarından daha yakın olan, herşeyi bilen, işiten ve sonsuz güç sahibi olandır. Kullarına karşı sonsuz şefkat sahibi ve merhametli; Rahman ve Rahim olandır. İnsanı içerisine düştüğü her sıkıntı ve yokluktan kurtaran, iman eden kullarının kalplerine huzur ve güven duygusu veren, müminler için her an hayır ve güzellik yaratandır. İnsanın Rabbimiz'i bu sonsuz güzellikteki isimleriyle tanıyıp gereği gibi takdir edebilmesi, yaşadığı her an Allah (cc)’a ne kadar muhtaç olduğunu ve Allah (cc)’ın kudreti karşısındaki acizliğini en iyi şekilde kavramasını sağlar. Bu ahlakı yaşayan bir insan her anını, kalbinde Allah (cc)’a yönelerek yaşar. Verdiği her nimet için yalnızca Rabbimiz'e şükredip, karşılaştığı her sıkıntı ve zorluktan kurtulabilmek için de yine yalnızca sonsuz güç sahibi olan Allah (cc)’a sığınır. İnsanın içinden geçirdiği tek bir düşünce bile Allah (cc)’tan gizli kalmaz. Dolayısıyla samimi olarak Allah (cc)’tan bir istekte bulunmak için insanın sadece düşünmesi bile yeterlidir. Ayrıca

“... Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin...” (Nisa Suresi, 103)

ayetiyle, Allah (cc) insanın her durumda ve her şartta Rabbimiz'i anıp O’na dua edebileceğini haber vermiştir. Dolayısıyla Allah (cc)’a sığınıp dua eden ve O’ndan yardım dileyen bir kimse için önemli olan, Allah (cc)’a karşı olan samimiyeti ve teslimiyetidir. Bir ayette Allah (cc), samimiyetle Rabbimiz'e sığınan bir kimseye yardım edeceğini şöyle bildirmektedir:

Ya da sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, Kendisine dua ettiği zaman icabet eden, kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Ne az öğüt-alıp düşünüyorsunuz. (Neml Suresi, 62)

Müminler hem dünya hayatları için, hem de ahiretleri için dua ederler. Dua beraberinde tevekkülü de getirir. Dua eden insan, karşısına çıkabilecek zor ya da kolay her türlü durumu, tüm olayları, kainatın Yaratıcısı ve Hakimi olan Allah (cc)’ın takdirine bırakmış demektir. Bir problemi çözmenin ya da önlemenin bütün yollarının evrendeki tüm kudretin sahibi olan Allah (cc)’a dayandığını bilmek, tüm işlerin sonucunu Allah’tan beklemek ve sadece O’na dua etmek, mümin için bir ferahlık ve güven kaynağıdır. Kimi insanlar ise yalnızca sıkıntı, zorluk ya da ihtiyaç içerisinde olduklarında Allah (cc)’a sığınıp O’nun yardımını ister; ancak bu zorluklar ortadan kalktığında Allah (cc)’a karşı şükredici olmak yerine yüz çevirirler. Kuran’da bu insanların gösterdiği samimiyetsiz tavır şöyle bildirilmektedir:

İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara Bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi, 12)

Oysa ki asıl makbul olan davranış, rahatlıkta da zorlukta da müminin sürekli olarak aczinin ve Rabbimiz'e ne kadar muhtaç olduğunun şuurunda olarak her işinde Allah (cc)’a sığınmasıdır. Allah (cc)’a karşı böyle bir yakınlık içerisinde olan mümin, Allah (cc)’ın rahmetinden yana sürekli ümitvar bir tutum içinde olur. Dünyada da ahirette de Allah (cc)’tan herşeyin en güzelini ve en hayırlısını umut eder. Bunun dışında bir davranış tarzı Allah (cc)’a karşı büyüklenmektir ki, Kuran’da bunun cezasının sonsuz cehennem olduğu bildirilir. Gerçek imanı yaşayanlar, Allah (cc)'a iman edip teslim olmuştur ve Allah (cc) mümin kullarına sonsuz rahmetinden vaat etmiştir. Allah (cc)’ın, mümin kulları üzerindeki rahmeti Kuran’da şöyle bildirilmektedir:

İman edip salih amellerde bulunanlar ise; Biz şüphesiz onların kötülüklerini örteceğiz ve şüphesiz yaptıklarının en güzeliyle karşılık vereceğiz. (Ankebut Suresi, 7)